SAO 54 ncü YIL ( 2013 ) PİLAV GÜNÜ KUTLAMA ETKİNLİKLERİ

Yer         : 1 nci Or.K.lığı Sakarya Salonu

Tarih       : 04 Mayıs 2013
   

                 

 

Emekli Albay Cenap DURU ,

 

Sayın Komutanım ,

Saygıdeğer Öğretmenlerim,

Değeri büyüklerim ve sevgili okul ve sıra arkadaşlarım ..



Bu yıl aramıza ilk kez katılmış olanlar var.Bu arada , geçmiş etkinliklerin bir kısmını kaçırmış
olanlar da var..40-50 kadarımız her yıl katılmış.Bu nedenle ,Geçmiş yılların özetini yapmak yerine ,
okul anılarımızı tazelemek ve geride bıraktığımız yıllarda bu sahneden yapılan sunumlar içerisinde
‘unutulmaz’’ olarak belleğimizde yer tutan anılarımızı yeniden hatırlatmak daha iyi olacak diye düşündük.
Kısaca ;bu yıl ‘’tema ‘’ olarak Anılarımızı tazeleme konusunu seçtik.

Benden sonra bu kürsüye gelecek olan arkadaşlarımızın anlatacakları anılara bir altyapı oluşturmak için
okula geliş hikayemizden başlamak istiyorum

 

Biliyorsunuz , Selimiye Kışlası ilk olarak III. Selim devrinde yeni kurulan Nizam-ı Cedid
askerleri için  inşa edildi.
II.Mahmut devrinde kâgir olarak yenilenen kışlaya Sultan Abdülmecid
devrinde  kışlanın dört köşesine yedişer katlı birer kule ilave edildi.

Cumhuriyet dönemi öncesinden birkaç fotoğraf var.ABD Kongre kütüphanesinden alıntı..



İlkinde kışla avlusu ( 200*267 m ebadında, yaklaşık 4 futbol sahası ) görülüyor.
Eğitim alanı olarak kullanılmış.



İkinci resimde : Deniz tarafındaki alanda Atlı birlikler görülüyor.
Bunlar, 1919 yılında kurulan Ordu binicilik okulunun Süvari Subayları ve erleri.
Binicilik eğitimi yapılıyor.



Kışlanın doğu cephesinde ise , paralel konumda uzanan  bir başka kışla  görülüyor.
Bu bina sonradan yıkılmış.Diğer resimde ise , kışlamızın , biz okula gelmeden önceki son hali var.



Biz okula başlamadan once kışlada 8 nci P.Tümeni Karargahi ile doğu cephesinde 53 ncü P.A.
bulunuyordu. Giriş nizamiyesinin sol tarafındaki depo ve katları ise  Tekel İdaresine
( O zamanlar İnhisarlar idaresi olarak anılıyor ) verilmiş nedense..Tütün deposu olarak kullanılıyordu..

İşte o günlerde, Askeri Ortaokulların birleştirilerek bir yere toplanması  kararı alınmış.
Milliyet gazetesindeki haberlerine gore bu kararın tarihi 02 Temmuz 1959 ..Metruk bir kışla..
3 ay sonra okul haline gelecek..Ne acelesi varsa..



Okulumuzun Demokrat Parti iktidarı döneminde açılmıştı. Bu durum , sonradan
anlayacağımız gibi , kendi sonumuzu da  hazırlamıştı.

Zira , 27 Mayıs Devriminin ardından göreve gelen kadrolarındaki zihniyet nedeniyle
Selimiye’li bizler ‘’Menderes’in çocukları’’olarak görülüyorduk. Cemal Gürsel ,
Okulumuzun ilk açıldığı günlerde KKK idi.

27 Mayıs ihtilalindenden sonra , Nato ve ABD’nin önerileri doğrultusunda , MBK tarafından ,
TSK’de küçülme politikası uygulanıyor.İlk iş olarak , Askeri Liseler dahil  askeri orta okulları kapatalım diyorlar.
Cemal Gürsel’in ayesinde bu karar bir sure geciktiriliyor. Askeri liseler Kuleli bünyesinde toplanıyor..



İşte böyle zengin bir geçmişe sahip olan Selimiye Kışlası, tarihi çeşmeleri , kitabeleri ile
ayakta durmaya devam ediyor..Ancak , ne yazık ki Askeri Ortaokul günlerimizden günümüze
kalan hemen hiç bir yazılı belge , kayıt , obje bulunmuyor.
 Komitemiz araştırılmadık yer bırakmadı. Askeri müzeler , Askeri Liseler , depolar .



Serdar Öztürk öğretmenimizin 1961 yılında hazırladığı ‘’Selimiye’’ kitapçığı elimizdeki tek yazılı belge.
Kışla’nın tarihçesini ve okulumuzun kuruluş günlerinin öyküsünü bu kitapçıkdan öğreniyoruz.

III ncü Sınıf Amirimiz Sv.Bnb. Hikmet Silahçıoğlu’nun teşvikleri ve Fotoğrafçımız Engin Arınmış’ın
katkılarıyla -1960 yılı mezuniyet töreninden önce- oluşturulan ilk ve son albümümüz olmasaydı
birbirimizi tanımak fırsatını bile bulamayacaktık..




Okul Komutanımız Ferit Erdoğan o günlerde Yıldız’daki Yüksek Komuta Akademisinde görevli iken
 3 Ağustos 1959 tarihinde Askeri Ortaokul Kumandanlığına atanıyor.

Yaklaşık 2.000 kişilik öğrenci , öğretmen ve idari kadronun oluşturulması ve okulun hizmete hazır
hale getirilmesi 2-3 ay içinde tamamlanıyor.Müthiş bir özgüven , fedakarlık..

Yansı – 13 ( Kışla aydınlatılıyor )

Kışlanın elektriği ancak 09 Eylül 1959 tarihinde bağlanıyor.O da bir kısmına..güney ve doğu cephelerine.
Dışarıdan görünen kısımlarına ..Kulelerin aydınlatılması ise ancak 2 yıl sonra yapılabiliyor.
O tarihte İstanbul Valisi olan Korg.Refik Tulga’nın talimatıyla İstanbul Belediyesi tarafından aydınlatılıyor.

Bu resimde de Kışla aydınlatmasında bugün gelinen noktayı görüyoruz.

 

 



Bizler o tarihlerde Sağlık muayeneleri için İstanbul’daki hastahanelerin birinden diğerine koşturuyoruz.
Doktorların yıllık izinlerini kullandıkları bir dönem.bir göz muanenesi için 3 hastahane gezen benim gibiler
 de var.Ablaları güzel olanların sıra da beklemek gibi dertlerinin olmadığı günler.
 2126 Faruk Goca anlattı  .Bir akşam once yumurta yediği için kan tahlilinde ‘’albümin’i yüksek çıkmış.
’’Sen subay olamazsın , evine git ‘’demişler  Hemen ablaları devreye girmiş, tahlili yenileyip ,
temizleyip diyelim, ‘’sen şimdi subay olabilirsin’’  diyorlar.’’Faruk o günden beri yumurta yemiyor’’ diyenler var..



Sıra Kuleli’deki imtihanlara geldiğinde bizlere verilen ‘’Sınava giriş belgesi’ni hatırlayalım.

Zımbalı vesikalık resim ve altında ‘’ yukarıda kimliği yazılı öğrenci seçim imtihanına
girmek için gerekli şartları haizdir’’ yazılı..

Peki gerekli şartlar neydi..Onu da belgeler üzerinden görelim



Birincisi ‘’ Gizlilik Tahkikatı’’ndan geçmek..

Sorulara bakalım :

* Öğrencinin ve ailesi efradının ahlak ve karakterleri üzerinde işitilmiş veya mahkemece
karar altına alınmış fena bir halleri varmı dır? Yoktur.

* Milli rejim aleyhindeki cereyanlarla bir

İlişiği varmı dır ? Yoktur

* Son karar : Türk ordusunda subay olmaya layık mıdır ? Layıktır

İmza : Kumkapı Nahiyesi Başkomseri..

Yani , Gizli tahkikat esnasında komşulardan ‘Fena Hal ‘in işitilmiş olması bile okula girişi engelleyebiliyor..

 




Bizlerden ayrıca  noterden onayllı bir yüklenme senedi ( Taahhütname ) getirmemiz istendi..

Hani , okuldan atılmamız halinde ailelerimizin cezai müeyyide olarak :
 9.000 tl ‘lik bir tazminatı ödemeyi  taahhüt ettiği belge..Bir de kefil bulmamız gerekliydi..

 

 




Tazminat da yeterli değil..Başka şeyler için de taahhütde bulunduk :

 

·         öğrenci iken evlenmeyeceğiz,

·         saralıdeğiliz, uyku halinde gezmiyeceğiz, bayılma, marazi çarpınma , neyse bu ,
hastalıklarına müptela değiliz ; ayrıca

·         sidikli ‘ de değiliz …

 

         Pes yani , 12 yaşındayız. İstesek de evlendirmezlerdi bizi..Ama altına ıslatma konusunda ,
taahhüdüne uymayanlar oldu tabii..

 



Geçtiğimiz yıllar da anlatmıştım. İki çeşit yatak vardı.Pamuklu ve otlu/samanlı..

Tecrübeli olanlar ‘’Saman’’ döşekleri tercih ettiler.

Bir kaza olursa ,çabuk kuruyor, koku tutmuyor diye.Saman yataklar rahatsız ama kullanışlıydı..

 



Güvenlik tahkikatından geçtikten sonra Okula kabul edilenlere bir de
‘’ Mazbata ‘’ verilmişti hatırlarsanız.Ne diyordu mazbatada:

mecbur olduğu vesaiki tam olarak komisyonumuza verdiğinden..
okulumuza kabul edildiğini bildirir mazbatadır.Mazbata , tutanak yani..
Yalnızca TBMM de geçer bu tabir diye bilirdik..

İmza ‘’kayıt kabul komisyon Başkanı’’ Tarih : 1 Kasım 1959 ..



İyi ama okula Eylül ayının ortalarında gelenler de oldu.İşte onlar mazbatasız gelenler.
Diğer askeri ortaokullarından.

Hatırlarsanız İlk katılanlar arasında Halil Kalaycı ve Behzat Balta var.
 Mehmet Kemal anlatmıştı Kıbrıs’dan da iki öğrenci gelmişler....

Tabii okul hazır değil.O sıralarda lağvedilen 3 ncü Kolordu’nun erat yatak ve karyolaları
 okula taşınıyor..2 nci Zırhlı tugaydan ‘’ödünç ‘’ alınan bir GMC ile..

İlk gelenler doğru Kuleli Askeri Lisesinin Revirine gidiyorlar. Orada misafir edildiler.



Serdar Hoca’nın anılarında o günlerde kışlayı fare’lerden temizlemek için ‘zehirli buğday’
kullanıldığını yazıyor..Pire’ler için de başka tedbirler alınıyor.Onlardan kolayca kurtulmuştuk..
Ancak , tahta bavullarımızla okula taşıdığımız tahtakuruları bizi hiç yalnız bırakmadılar.



Erzincan’dan gelenlerde var.Erzincan Askeri Ortaokulundaki öğrenciler. Öğretmenleri ile
İstanbul’a nakledildiler..Resimlerine bakın.Suçluları teşhis için hazırlanan kayıtlardaki gibiler.
Ali Baba’lar , Kamer’ler..Bizler tüysüzdük..Onlar sakal tıraşı oluyorlardı.1941 doğumlular var.
18 yaşındalar, hemde Ortaokuldayken ...Leyli meccani , yatılı okul kıdemlilerimiz bunlar.
Kabadayılık , racon kesme, ne ararsanız var. Bununla birlikte , ağabeylik , küçüğünü kollama ,
büyüğe saygı , dayanışma ,  bu değerleri de birlikte yaşayarak yarattık.Onlar aynı zamanda ,
okul dışında sivillerle kavgalarımızda takviye kuvvetlerimiz , ağır toplarımız .
Onların sınıfından Şeref Üçok anlattı anlattı.Bnb. İhsan Aktaş , Almanca öğretmeni , ilk derste
bu adamları görünce , ‘’ Kendimi sanki  Harp Okulunda ders veriyor zannettim ‘’ demiş..

 

Ama , bu arada , Erzincan’dan ve Kuleli’den gelen ‘’Beklemeli’’ öğrenciler ise ,
herhalde  yeni öğrencilere bulaşmasınlar diye bir vagonla Erzincan’a ‘’sürülüyorlar’’.
Yolculuk 24 saat..Tam bir koca yıl , dersti , öğretmendi olmadan vakit öldürüyorlar



Okulumuz 17 Kasım günü açıldı..Komutanımız bizlerle teker teker tokalaştı..



Daha önce , 01 Kasım 1959 günü okula gelen ailelere ‘’ Okul , hala hazır değil ,
şimdi gidin sonra gelin ‘’ demeden önce ailelere alelacele bir  öğle yemeği verildi.
Menüsü : Tavuk , tavuklu pilav , üzüm hoşafı..Yerli malzeme ile milli yemek.

Oysa , Mutfakdaki derin dondurucularda ise ABD yardımından gelen Hindi’ler ve
Etler var.Onlarla daha sonraki günlerde tanışacaktık..



Etlerin üzerinde 1945 damgasını görenler var. Şeref Üçok, anlattı :
Hindi’lerin üzerinde 1939 tarihi yazılıymış..Pes yani, biz doğmadan doğan hindilerin
( Gavurcası Turkey ) kaderine bakın : Kazana girmek için Türkiye’yi ( Gavurcası yine Turkey ) beklemişler.
 Tam 20 yıl .Gıda saklama sürelerine göre etler bugünkü şartlarda en fazla 12 ay derin
dondurucuda saklanabiliyor. Yani o zamanlar teknoloji daha mı ileriydi.



Okulun açılmasıyla birlikte basın kuruluşlarının ilgisi okulumuza yöneliyor.

Bu haberlerden birinde  bir fotoğraf var.’’Albay ve küçük asker' başlığı atılmış ;
Okul Komutanı Kur.Alb.Ferit Erdoğan’ı babacan tavırlarından dolayı , küçük öğrenciler
çok sever ve sayarlar ‘’ diye yazmış.Resimde görünen Nihat Üzgöz ( 1959/II/6 – 1398 )

Bandonun boru takımında.Boyu neredeyse çaldığı boru kadar.

Artık aramızda değil.Işıklar içinde yatsın.



En kısa boylular sınıflarının en küçük numarasını aldılar..Okulun en  küçük numarası haliyle 01.

1959 yılının 1 nci sınıfının , 1 nci Kısmının , 1 numarası ‘’bire bir mehmet’’ lakaplı Mehmet Ali..
Hani , okula girdiğinin ilk gecesi – affınıza sığınarak- ‘’çişi ‘’ geliyor..Uyanıyor..
Bir bakıyor ki .Evinde değil, bir başka yerde..Koğuşta..Herkes uykuda..Korkudan ağlamaya başlıyor.
’’Anne ‘’ diye tutturmuş..feryat figan.Nöbetçi subayını çağırıyorlar. Asteğmen şaşkın.Bakıyor ki
 susturamayacak.Elinden tutup , Komutan lojmanına (  alttaki resim ) götürüyor..

Bundan sonrasını Cenk Erdoğan ,Komutanımızın oğlu , anlatmıştı: Gece yarısı kapıda çizgili pijamalı bir çocuk ağlıyor.
Komutanımız , eşi ve çocuklar maaile kapıda..M.Ali’yi teskin etmeye çalışıyorlar..
Koğuşa geri göndermek olmaz..Bak burası da senin evin diyerek ,Cenk’in yatağını ona veriyorlar..
Geceyi orada geçiriyor.Birebir Mehmet . 1969 yılında subay oldu..Ama artık aramızda değil,
Güller içinde yatsın ,O bizler için  hep bir numara olarak kalacak..



Bu da nereden çıktı ! dediniz , değilmi ? Önce bir bakalım ‘’Dayak ‘’ için  Atasözleri ve
Deyimler Sözlüğü ( İnkilab Kitabevi ,yayını ) ne diyor : Dayak kutsal bir eğitim aracıdır.
 Dokunduğu bedeni suç ve günah işlemez duruma getirir.Ya işte böyle.
Dayağın Askeri okulda dokunmadığı beden yok..Varsa , o arkadaşlarımızın bedeninde suç
ve günah potansiyeli varmış meğer…

 

‘’Dayak’’ ‘cennetden çıkma ‘’ derlerdi ya ,eğitim aracı demesek bile bir ‘’uslandırma ‘’
yöntemi olarak yaygın bir şekilde kullanıldı..Kimbilir belki de çaresizlikten.
O zamanlar idarecilerde  olması gereken  ‘’Pedagojik formasyon’’ eğitim-psikolojisi falan ,
hak getire..Kulak bükenler..Saçlarımızdan çekenler. Ellerimizde cetvel kıranlar.Tokatla yere yıkanlar.Dayak günlük yaşamın bir gerçeği ve olağan sayılıyor..Ne diyelim , lleri dert görmesin , korkudan yola gelenler de oldu , yoldan tamamen çıkanlar da ..

Bir tarih öğretmenimiz vardı..Top.Bnb. Enver YENER .Koşulu topçu kıtasından gelme.
Binici kıyafeti giyiyor.Külot pantolon ve çizme ile geliyor derslere.Elinde kamçı yerine bir değnek.
Hazeren deniliyor.Kamıştan yapılan.Bizleri de ‘artık ’At mı , tay mı yerine koyuyor.
Bir Allah birde sopayı yiyenler bilir.Çok sert bir hocaydı…Mekanı cennet olsun.

732 İ.Metin ŞIK  anlatıyor ‘’ en dikkat ettiğim konu dayak yememekti, Bir gün.
Etüd esnasında sınıf kıdemlisi gürültü edenler  listesine,benim adımı da yazmıştı.
Nöbetçi öğretmen Tarih  hocası Enver Binbaşı.. Aniden sınıfa girerek, ver şu Konuşanlar listesini
 diyerek adlarımızı okumaya başladı. Belli ki dayak yiyeceğiz..En arkada ben vardım.
Neyse bana sıra gelene kadar, hızı kesilir diye düşündüm. Tek sıra olun dedi,arkadanda
‘’ Domalın Ekselanslar’’ diye bağırdı. Sözde en arkadayım.Dayak atmaya bu defa en arkadan
başlamaz mı ..Mahvoldum.. Öyle bir sopa yedim ki, oturmakta sıkıntı çektiğim için,
üç gün ayakta dolaştım’’ …İbrahim Metin ŞIK , Ekselansları  şu an aramızda .
 ’’ Gördüğüm kadarıyla artık rahatça oturuyor  …’’’

Evet.Tekrar öğrencilik günlerimize dönelim ..

Haylazlığında bir sınırı vardır…Değil mi..

‘’Karabela’’ efsanemiz bu sınırında aşılabileceğini bize göstermişti..

İşte bir arkadaşımız , 1695 Aslan Anıl, arkadaşlarından birine 1602 Cumhur Volkan’a şaka yapacak aklısıra.
Bir gece Koğuştaki yatağının içine ‘’ Yastığının altına para bırak ‘’ yazılı bir kağıt parçası bırakıyor..İmza : Karabela..’’

Ertesi sabah arkadaşının korktuğunu anlayınca bunun bir şaka olduğunu açıklamaktan korkuyor..

Gelgit bu iş şakalıktan çıkıyor..Birileri diğer öğrencilerin harçlıklarına göz koyuyor hale geliyor.
Yastık altlarına buna benzer tehdit içeren yazılar bırakılıyor. Korku diz boyu..

 

Karabela , rivayete göre : Hayalet kılığında , gözlerinden renkli ışıklar çıkan , pabuçlarının altında yay olan ,
 böylece, zıpladığında bahçeden 3 ncü kat penceresine kadar uçan korkunç bir varlık.
Onu bu halde gören yok. Ama rüyasını gören çok.

 

 

Bu tehdide pabuç bırakmayanlarda oluyor..
Ama gece koğuştan helaya çıktıklarında onları bir sürpriz bekliyoor…
 ‘’Karabela’’ Yatak çarşafının altına gizlenip,elektrik fenerini çenesinin altına tutan hınzırlar köşeyi tutmuş..

Korkudan yastığının altına para bırakanlar da var , helaya çıkamadığından yatağını ıslatanlar da..

 

 

 

Ama , olay öğrenci velileri ve yakınlarının şikayetlerini okul yönetimine duyuruyor.
Komutanlık devreye giriyor.Öğt.Yzb.Faruk Çağlayan olayı incelemekle görevlendiriliyor.

 

Faruk öğretmen,  bir ihbar üzerine , Karabela’nın  sınıfını basıp , defterleri topluyor.
Bıraktığı notlardaki el yazısından ‘’Karabela ‘’ nam arkadaşımızı teşhis ediyor ve yönetime teslim ediyor.

 

Söylentiye göre bu arkadaşımızın ablası okulda kütüphanesinde görevli bir sivil memur..

Araya giriyor.Af dileniyor.Karabela bir  ihtarla paçayı kurtarıyor  ve bu efsanede böylece sona eriyor..

 



Karabela ceza almadan kurtuldu..Tamam ..Ama hepimiz böyle şanslı değildik tabii.
Bakınız bu yansıda ‘Ceza fişlerini ‘’ görüyorsunuz. Nöbete mi kalkmadın..Hemen yazılıyor :

Suçun nev’i : Nöbete kalkmamak. Cezanın miktar ve nevi : İzinsizl

Gürültü ettin , cezası : 1 hafta..

İşte belgesi..

( Cengiz Abi , sabıkanın  teşhir ettik böylece , ama senden daha önce izin aldım , değilmi ?)

 

 

Karabela’nın göz koyduğu kadar paralı olanlarımız varmıydı?

 

İşte bordromuz..Maaşımız 187 kuruş ! Hani derler ya ‘’Harca harca bitmez !
Neyseki 2 nci yıl zam aldık : 10 tl oldu. Bizlere ayrıca 16 kalem eşya verildi. Bornuz,
 bornoz olacak , kime verdiler bilmiyoruz , biz almadık..

 

 

Maaşımız belli.Evden harçlık gelmezse ve cebimizdeki para hiçbir şeye  yetmezse ne olur ?

Okulun veremediği hizmetleri siz üretir ve para kazanmanın yolunu ararsınız değil mi?

Nitekim ilk girişimcilerimiz böyle ortaya çıktı..Ayakkabı boyayanlar ve simit ve ayva satanlar .
Bu yetmiyormuş gibi okul çeşmesinden su satanlar bile çıktı..

 

 

Bir arkadaşımız anlatmıştı..Bir gün , kimin aklına geldiyse,sabah kahvaltısında
talebelere meyve suyu verilsin demiş. O zamanlarda meyve suyu mu var..

Ahçı, ne kadar limon varsa sıktırmış..Birkaç kazan su , bir-iki çuval toz şeker.
Al sana meyve suyu niyetine limonata..

İyi de nasıl servis edilecek..Sürahiler masada ..

Çaresiz limonataları bildiğimiz bakır karavanaların içine boşaltıp masalara dağıtıyorlar..

Peki nasıl içildi ‘’bu meyve suyu ‘’.Karavanadan kepçeyle tabağa alınıp kaşıkla  içildi..

Bu özel Kahvaltı menüsünde başka ne vardı derseniz :  Ayvalık Siyah zeytini eşliğinde
İznik Yeşil Zeytini.Ve tabii soframızın vazgeçilmezi : Kuru Tayın..

’Tanrımıza hamdolsun , milletimiz Varolsun.’’

Banyo yapmak için kışlanın dışında Selimiye Camii’nin yanındaki hamamı kullanıyorduk.
Kurna kapmak bir beceri isterdi..Bazen , giyinik olan bir arkadaşımız , diğeri soyunup
gelinceye kadar buharlı kurnaların yanında beklerdi.Sıra kendisine gelmediği için yıkanmadan dönenler de vardı.

Erzincanlılar’ın bizden daha şanslı olduğunu 1948 Necdet Sinanoğlu anlatmıştı.
Orada ortaokul öğrencilerini kadınlar yıkarmış. Okulun mutfağında patates soymakla görevli kadınlar  
bir kısmı şalvarlı nineler. Tabi, öğrencileri baştan iki gruba ayırıyorlar :
Uyanmış olanlar ve uyanmamış olanlar diyelim.
Uyanmamış olanları  hanımlar yıkıyor. Beyaz sabun iniyor kafaya , gözler köpükten kapalı..
Biraz keçe , iki-üç tas su , hamam bitti haydi kurulanmaya..

Dediler ki bu hikayeleri , utandıkları için ,  eşlerine henüz anlatmayanlar varmış hala..

İşte bu görüntülerde Selimiye’deki Hamam’ın metruk hali görülüyor.
Ama bu hamamda çocukları yıkasın diye  kadınları çağırmıyorlar..Erkekler hamamı..Burası Erzincan değil..

MÜZELER

Efendim , hatırlarsanız yemekhaneler de yatakhaneler gibi oldukça büyük salonlara ve koridorlara taşmıştı.
Henüz restorasyon için yıkılmamış büyük salonlarda, duvarların boydan boya yağlı boya el yapımı resimlerle kaplanmıştı.
 Hatta duvarda başlarında sarıkları olan eski yeniçeri resimlerinin bulunuyordu.

İşte böyle bir yerde şimdi yeni Selimiye’liler Müzemiz var.Bir dershane ve manken öğrenciler.
Muhtelif objeler ve belgeleri var..Bugün yeniden ziyaret edeceğiz.
Anılarımızın canlandırılmış halini orada yeniden yaşayacağız.

Ancak , bu ilk müzemiz değilmiş ..’Miş’..diyorum.Geçenlerde ‘’Sivil Selimiye’lilerle toplanmıştık.
2331 Selim Olgeçer anlattı . İlk müze okuldaki ilk günlerimizde ‘’Sanatsever ‘’ birkaç arkadaşımız
tarafından işte bu anlattığımız salonların birinde sergilenmiş.
Ben canlandırmasını yaptım.Kullanıldıkları objeleri orijinal diye yutturmaya kalkmışlar.

-      III ncü Selim’in tire fanila ve uzun donu,

-      II nci Mahmut’un kaput’u ,

-      Abdulmecit efendinin çorabı, postalı ve eldiveni..

 

Kızım müzecilik mastırı yaptı.Sordum . ‘’Baba Çağdaş sanatda buna ‘’Enstolasyon’’
 ( Yerleştirme ) tekniği ‘’ diyorlar dedi..İlk örnekmiş..Yaratıcılığa bakın..



Bir Hami Gerçek arkadaşımız var dı.Hatırlarsınız kibrit kutusundan radyo uzmanımız.
Geçen yıl kaybettik kendisini. Nur içinde yatsın.

Selimiye’liler Web sitesine gönderdiği anılarının başında şöyle demiş :

“Yat Borusu” çalmadan bu sitede buluşmamızı sağladığınız için teşekkürler’’



Sayın Komutanım, Saygıdeğer Öğretmenlerimiz , Değerli Arkadaşlarım

Ben de sizlere ‘’Yat borusu çalmadan önce ‘’ daha nice yıllar yine burada yeniden buluşmak üzere
sonsuz saygı ve sevgilerimi sunuyorum.

                                  Cenap DURU