Sayın hanımefendiler, Sayın öğretmenlerim, Sayın komutanım, Sevgili ağabey ve kardeşlerim,

 

 

Selimiye arkadaşlığını yaşamak ve yaşatmak için buradasınız. Sizleri kutluyorum.

Yaşasın arkadaşlığımız! Yaşasın arkadaşlarımızın eş, çocuk ve torunları! Yaşasın bize ilham veren öğretmenlerimiz!

Sayın komutanım, geçen yıl Erzincan ordu karargâhında 50 yıl önceki askeri lise mezunu arkadaşlarımızı ağırlamıştınız. Bu anıt kışlanın kapılarını da bizlere açtığınız için Selimiyeli arkadaşlarım adına size teşekkür ediyorum. Türk ordusunun, sonsuza kadar bu şanlı kışladan dört ufka seslenmesi ve Türk milletini onurla selamlamaya devam etmesi en yüce dileğimizdir.  

Bu dileğimiz sizlere emanettir.

Özellikle ve elbette, yedi yıldan bu yana birbirimizi yeniden görmemizi ve tanımamızı sağlayan, Kutlama Komitesi’nde çalışmış bütün arkadaşlarımıza herkesin adına teşekkürlerimizi sunuyorum. Umarım bu kutsal kışlada arkadaşlarımızla buluşma mutluluğumuz uzun yıllar, eksilmeden, devam eder.

 

 

 

Nostalji, geçmişteki mutlu anlara duyulan özlem diye tarif edilir. Hepimiz birbirimizin çocukluğunu biliyoruz.

57 yıl sonra görüştüğümüzde bir bakıyoruz ki, gözlerimiz birbirini tanımış...

Sivil de olsak askerde,  omuzlarımızın şekli değiştikçe, birbirimize daha çok ihtiyaç duyuyoruz…

İşte, dost olmak da tam burada başlıyor.

Belki de geçmişimize ve çocukluğumuza özlemden çok, vatan sevgisine kaynaklık yapan birlikte olma duygusunu yeniden tatmak için her yıl buradayız.

Çocukluk ve gençlik yıllarımızın geçtiği Türk ordusuna biraz daha yakın olmak, onun yanında olmak ve onu biraz daha milletin ordusu yapmak için buradayız belki de…

Gerek okul yıllarında, gerekse gençlik çağlarımızda çocukça duygulara kapılarak ya da gerçekten haksızlığa uğrayarak subay olamamışlarla subay olmuş olanların birbirileriyle dostluklarını kalıcı kılmak ve Türk ordusunun düşmanlarını çatlatmak için buradayız…

Bu yoğun arkadaşlığımız bizlere, Türkiye’nin 60’lı yıllardaki hallerini, mensubiyetlerimizi ve hangi toplum katmanlarından buralara, şimdiki zamanlara geldiğimizi de anlatır. 

Küçük yüreklerimizde duyduğumuz subay olma heveslerimizi, sınavdaki heyecanımızı, okuldaki ilk günümüzü, ayağımızı vurmasın diye içine bez parçaları tıkıştırdığımız, üstünde usa yazılı fotinlerimizi ve bir damlacık çocukken birden bire nasıl büyüdüğümüzü şimdi gayet net anımsayabiliyoruz.

Çoğumuz 11- 12 yaşlarında fukara köylü, işçi, memur çocuklarıydık. İçimizde ailesi zengin olan hiç yoktu. Varsa bile bilemezdik.

Yaşlılık çağına demir atmış olan bizler, o yıllarda Atatürk ilke ve Cumhuriyet Devrimi doğrultusunda yetiştirilmeye çalışılan küçük askerciklerdik.

Her toplumsal olay, kendi zaman ve mekân koşullarında değerlendirilir. 4000 çocuğun sınavlara girdiğini düşünürsek, kim ne derse desin okulumuz ve öğretmenlerimiz, o yıllardaki milli eğitim ihtiyacının bir kısmını gidermiş ve bizleri topluma kazandırmıştır.

Bizim kuşağın birleştiği ve bütünleştiği tek sosyal ve siyasal felsefe, Gazi Mustafa Kemal Atatürk düşünce sistemi olmuştur. Ve biz o yaşlarda “Mehmetçik” olduk…

Selimiye arkadaşlığı biraz da “Daimi Mehmetçik” olma halidir…

Onun için bizler, ölmenin ne demek olduğunu ve bubi tuzaklarında şehit olan askerlerin farkını,  başkalarından çok daha iyi biliriz…

 

 

Sevgili ağabey ve arkadaşlarım,

30-31 Mayıs 2009 günlerinde bir araya gelmiştik. Buluşmalarımız her yıl yinelenerek yedinci yılına geldi. Bu bizler için büyük bir başarı olduğu gibi büyük bir gururdur da…

 

Arka nizamiyedeki hatıra ormanında ektiğimiz fidanlar nasıl büyüyorsa iletişim ağımızın ve dostluğumuzun da pekişmesini istiyoruz. Müzemizin gelişerek askeri eğitim tarihine katkı sağlayacağı umudunu koruyoruz.

İki yıl önce yapılan bir öneriyi hayata geçirsek, herkesi ilgilendirecek anıları ve fotoğrafları bir araya getirerek bir kitap-albüm hazırlasak, “1959-63 SAO Belleği” desek ve buna da gelecek yıl bu gün piyasaya sürsek, ne güzel olur…

 

Ankara, İzmir, Antalya ve diğer illerdeki Selimiyelilerin bölgesel olarak daha sık bir araya gelmelerini istiyoruz. Daha çok beraber olabilmemiz ve çoğalmamız için, emekli subay arkadaşlarımızın, sivil arkadaşlarımızı, TESUD şubelerine üye yapmalarını istiyoruz.

Bu dünyada iki kişi de kalsak, bu güçlü arkadaşlığımızın devamı için elden ne gelirse yapılmasını istiyoruz.

Çok şey istemiyoruz. 

Dedelerimizin kardeşliğini sağlayan kurtuluş savaşındaki Kuvayi Milliye ruhunun bizimle birlikte biraz daha canlı tutulmasını istiyoruz…

 

Bedenlerimiz eskidi. Sağlıklı olmak zorundayız. Emekli aylığımızla yaşamayı becerebilmeliyiz. Eşimizin kıymetini bilmeliyiz.

Her gün hızla yaşlanıyoruz.  Önümüzde kalan zamanı, böyle güzel arkadaşlarla, daha da güzelleştirmek istiyoruz…

 

 

Ortak bir anımızı burada kısaca aktarmak istiyorum.

1960'ın nisan ve mayıs aylarında kışladan dışarı çıkartmadılar bizi. En büyüğümüz on dört yaşlarında mini minnacık askerlerdik.

Sıkıyönetim var diyorlardı...

Bir gün taa Beyazıt Meydanı'ndan sesi kışlanın kocaman pencerelerine kadar gelen bağırışlar duyduk.

"Tuna nehri akmam diyor / Etrafımı yıkmam diyor / Şanı büyük Osman Paşa / Plevne'den çıkmam diyor./ olur mu böyle olur mu? / Kardeş kardeşi vurur mu? / Kahrolası diktatörler / Bu dünya size kalır mı? "

Türkü, hoştu...

Sonra… 28 nisan günü turan emeksiz adında 20 yaşında bir abiyi vurdular Beyazıt Meydanı'nda... Okul komutanı Ferit Erdoğan o gün yaptığı konuşmada hepimize:

"Evlatlarım, sizler bize ailelerinizin emanetlerisiniz. Bakın memleketimizin üstünde kara bulutlar dolaşıyor. Bizim sözümüzden dışarı sakın çıkmayın..." gibilerinden bir şeyler söylemişti. 

Bir şey anlamamıştık.

Sonra… 27 mayıs günü birden bayram oldu. Ertesi gün fifre, boru ve trampet takımı Kadıköy’deydi. Bando komutanı o şişman ve sevimli Abdullah Başçavuş, yana yatmış şapkasıyla halkın omuzlarındaydı.

Unutmadık.

 

Sonra…

Haydarpaşa köprüsünün üzerinde, Turan Emeksiz'in bayrağa sarılı tabunu, Anıtkabir bahçesine gömülmek üzere trene koyup, Ankara’ya göndermek üzere tören yapıyorduk.

Ve hepimiz ilk kez bayrağa sarılı bir tabut görüyorduk.

Sonra…

Haziran ayının sonlarına doğru Mithatpaşa ve Fenerbahçe stadlarında yapamadığımız 19 Mayıs törenlerini yaptık. Halk coşkulu ve bize karşı çok sevgiliydi.

Nedenini bilmiyorduk.

Sonra…

Sonra, bununla öğündük.

"27 Mayıs 1960 devrim günlerinde ben de askerdim biliyor musun?"  diye hep böbürlendik.

Sonra…

Daha sonraları, nazım'ın bir şiir yazdığını öğrendik:

"Bir ölü yatacak / Toprağa şıp şıp damlayacak kanı.../ Milletim hürriyet türküleriyle gelip / Zapt edene kadar / Büyük meydanı"

Biz büyüdük, yaşımız 70 oldu ve kanımız hala şıp şıp damlıyor toprağa.

 

 

Ne demişti Cahit Sıtkı Tarancı?

 

 “Affan dedeye para saydım,

Sattı bana çocukluğumu.

Artık ne yaşım var, ne adım;

Bilmiyorum kim olduğumu.

Hiçbir şey sorulmasın benden;

Haberim yok olan bitenden.

 

Bu bahar havası, bu bahçe;

Havuzda su şırıl şırıldır.

Uçurtmam bulutlardan yüce

Zıpzıplarım pırıl pırıldır.

Ne güzel dönüyor çemberim;

Hiç bitmesin horoz şekerim!”

 

 

Sonsuzluğa gitmiş ağabey, kardeş ve öğretmenlerimizi hasretle anarken,

Çocuk kalplerimizin yıpranmaması ve horoz şekerlerimizin bitmemesi umuduyla,  

Bütün Selimiyelileri selamlıyorum.

 

 

 

                                                            Cumhur Utku

Selimiye1959, 1nci Sınıf

19ncu Kısım, No:789