SELİMİYE BULUŞMASI
Çocuk yaşlarımızda karakterlerimizin oluşmasında büyük katkıları olan
sevgili öğretmenlerimiz,
Sayın Ordu Kurmay Başkanı,
Yıllarca önce kapanmış bir askeri okulun ruhunu canlı tutmakta olan vefakar
Selimiyeli komutanlarım, arkadaşlarım, kardeşlerim,
Saygıdeğer yadigarlarımız ve hanımefendiler,
Kıvrımlı bir dudak gülüşüyle, sanki “gene ne muziplik peşindesin” der gibi
oturuyor karşımda rahmetli Feriha Töreyen,
Attığı fırçaya sert bakışlarla karşılık verdiğim için beni boksa davet eden
ve sayıca üstünlükle yetinmeyip nakavt arayan Doğan Haşhaş,
Aynı anda 10 kişiyi sözlüde dinleyebilen, ancak bu arada maç anlatımını
fark edemeyen çakma tarihçi Top.Bnb. Enver Yener
Sık sık yinelediği “Divara yaslanma, divar yıkılır; sonra açıkta kalırsın”
özlü sözünü ruhumuza işleyen İbrahim Beğen,
Kulak memelerimizin yassı, yumuşak ve uzun olmasında ve kafalarımızdaki
fiskelerde pay sahibi olan Abdulkadir Yayla;
Hep yolunu gözlediğimiz Emel Beklerim, annemiz Muzaffer Aksel ve daha
niceleri… Yaşama tutunanları saygı ve minnet, vefat edenleri rahmetle anıyorum.
Pek çok yönden zıt karakterlerde olmamıza rağmen, her seviyede askeri okul
yaşantımız boyunca hiç ayrılmadığımız Ahmet Arpak (Kaz Ahmet);
Ceza olarak yüzlerce kez ‘mevera-ün-nehir’ yazmasına karşın gene de
maravaraünnehirden vazgeçmeyen rahmetli İlker Ünveren (İdü);
“Hojam ben üj diyemiyorum üj diyom, bej diyemiyom bej diyom diye benimle
dalga geçiyorlar” diyerek bizleri şikayet eden İsmail Çankaya (Üjbej İsmail);
Çorapları kokarcaları kıskandıran rahmetli Ziyaattin Akdeniz (Kıro),
Artist Yavuz, Süle-be-ya Durgut, İnce Memed, Komik Mustafa, Lazuşağı Hakkı,
Tavukçu Tekin, Dilenci Veysel, Dilaveroğlu Temel ve daha niceleri… Hayatta
olanları saygı, sevgi ve özlemle, vefat edenleri rahmetle anıyorum.
Ya bu çatı altında hayali cihan değer anılarımız:
Nöbetçi öğretmenden yemem gereken dayağı usta bir manevrayla kan kardeşim
Volkan Kaplama’ya transfer edişimi ve onun anlaşılmaz (!) bir nedenle
haftalarca bana darılışını,
Rüyasında paraşütle atladığını gören Vural Çelikel’in (Acayip Pilot), ranzanın
üst katından atlayarak yüzüstü yere çakılışını,
Eşofmanla kahvaltıya geldiğimiz için, okula gizlice soktuğumuz Pakistanlı
bir öğrenci dahil, Şarapçı Kani’den domalarak popolarımıza yediğimiz sopayı ve
Pakistanlının kulak yırtan çığlıklarını;
Yasak olmasının dayanılmaz cazibesine kapılarak, binbir güçlükle çıktığımız
Hareme bakan sağ kuleden inemeyerek mahzur kalışımızı, saatlerce aramalar
sonucu bulunup kurtarıldıktan sonra, Doğunun en ani ve en hızlı kol çeken
subayı rahmetli Muharrem Cantez’in makineli tüfek gibi işleyen o müşfik
ellerine kendimizi bırakışımızı,
Bahçede misket oynarken, süvari binbaşı Hikmet’in “asker misket oynamaz”
diyerek mahmuzlu çizmesiyle boynuma vuruşunu ve yeri yalayarak öpüşümü;
Cengiz Han’ın babasının adının da sorulduğu bir tarih dersi yazılısında,
ısrarlı kopya talebinde bulunan Alaattin’in, Yesukey Bagatur” diye fısıldadığım ismi Yedeksubay Bahattin olarak yazmasını ve bu yüzden Enver Hoca’nın
hışmına uğrayışını,
Ziyaret günlerinde aileleri gelen öğrencileri uzaktan imrenerek
seyredişimizi ve ziyaretler sonrasında getirilen meyveleri ve çerezleri
dolaplardan aşırışlarımızı;
Yemek borusunun çalmasıyla birlikte, topluca ve sıkışık bir düzende, zaman
zaman ayaklarımızın bile yerden kesildiği yemekhaneye koşturuşlarımızı ve orada
bizi bekleyen II’nci Dünya Savaşı artığı 20-25 yıllık etleri, peynirleri ve
sütleri;
Keşfedebildiğimiz her delikten kaçarak maçlara ve sinemalara gidişlerimizi,
ancak dönüşlerde genellikle yakalanıp öğretmenlerimiz ve/veya sınıf
subaylarımız tarafından şefkatle okşanışlarımızı,
Paralarımıza çöken Karabela ve türevlerini, yanan soba üzerinde havlu
üzerinde oturma yarışlarımızı, seyyar satıcılık yapan girişimci ruhlu
arkadaşlarımızı, yollarda kadınların bizi okşayarak küçük asker diyerek
sevişlerini, İsmail Arıcı’nın gök gürlemesi kahkahalarını, iflah olmaz muhalif
Cumhur Utku’nun edebiyat çırpınışlarını, mini mini minnacık ikizlerimiz
Yener-Şener Berkay kardeşlerin birbirlerinin yerine sınavlara girişlerini
unutabilir miyiz?
Hele daha kayıt olduğum ilk gün, okul bir hafta sonra açılacağından
isteyenlerin evlerine gidebileceğinin söylenmesi üzerine, başımda kep, sırtımda
montgemer, ancak pantolonum ve ayakkabılarım sivil, yani altı kaval üstü Şişhane,
ellerimde dağıtılmış olan her türlü giyim kuşam olduğu halde tramvaya binişimi,
popomu yana devirip cebimi yukarı kaldırarak, özgüvenli, yüksek ve davudi bir
sesle biletçiye “ellerim dolu, cebimden yeterli parayı al ve bir subay bileti
ver” deyişimi, biletçinin ve tramvaydaki herkesin sevgi yüklü gülüşlerini,
biletçinin “Subay olmak için yüzlerce fırın ekmek yiyeceksin. En iyisi ben sana
bir öğrenci bileti vereyim” deyişini nasıl unutabilirim.
Evet, biletçinin dediği gibi, o yüzlerce fırın ekmeği yedik ve subay olduk.
30-40 yıl hizmetten sonra emekli de olduk. Yıllar sonra, askeri liseden
mezuniyetimizin 40’ncı yılı kutlama etkinliğinin ilk basamağı olarak ziyaret
ettiğimiz bu kışlada bize verilen brifingde Kışlanın tarihi anlatılırken, bir
zamanlar askeri ortaokul olarak kullanıldığına dair tek kelimelik bilgi yer
almamıştı. Brifing sonunda üzüntümü arkadaşlarıma ve sitemimi Ordu K.na
iletmiştim. Bugün artık, Selimiye Kışlasının tarihçesinde hak ettiğimiz bir yer
tutuyoruz. Başta sayın Ercan Erturan olmak üzere, bunu sağlayan eski ve yeni
tüm yönetim kadrosuna şahsım ve Selimiyeliler adına şükranlarımı sunarım. Bu
yerimizin
Sayın ve sevgili Selimiyeliler, yönetimin nazik ricası doğrultusunda, bugün
burada bir araya gelişimizin amacına bağlı kalarak, yaşamakta olduğumuz
sıkıntılı siyasi ve sosyo-kültürel söylemlerden kaçındım; nostaljik vurgulu bir
konuşma yapmaya çaba gösterdim. Ancak, eminim hepimizi derin üzüntülere boğan askeri
hastanelerimizin ve özellikle askeri okullarımızın kapatılması konusunu dile
getirmekten de kendimi alamıyorum.
1990 yılında ABD’de bir askeri ortaöğretim kurumunu ziyaret etmiştim.
Varlığını rastlantısal olarak öğrendiğim ve öğrenci sayısı 50 kadar olan bu
okulun müdürü, “Eyalet askerlik tarihine ve burada yetişen büyük
komutanlara/devlet adamlarına saygı kaynaklı bir ordu geleneği”nin muhafazası
amacıyla sembolik olarak bu okulun sürdürüldüğünü söylemişti.
Biz ise, binlerce yıllık askerlik tarihimize katkıda bulunan ve devletimize
yön veren komutanları/devlet adamlarını yetiştiren, 170 yılı aşan bir tarihi derinlikten
gelen askeri liselerimizin kapılarına kilit vuruyoruz. Bu konuda gerek askeri
yetkililerin gerekse TESUD’un çabaları olduğuna dair bilgiler alıyoruz; görünen
o ki çok yetersiz. TESUD ile devre dernekleri olarak bizlerin, bu konuda daha
aktif olmamız ve özellikle güçlü bir kamuoyu yaratmak için çabalamamız
gerekmiyor mu? Bu konularda, İstanbul'daki küçük bir grup dışında,
umursamazlığımızı üzüntü ile izliyorum. Yalnızca okullarımızın açılması için
değil, ülkemizin Ortaçağ karanlıklarına yuvarlanmasını engellemek için de,
emekli olmuş olsak bile, yaş almış olsak bile,
Mustafa Kemalin
askerleri olarak,
Atatürk’ün çağdaşlaşma ülküsünün yoldaşları olarak,
Ülkemizin,
çocuklarımızın,
torunlarımızın geleceği için,
görevimizin
bitmediğini anımsatmak isterim.
Sürçü lisan ettim ise affola.
Teşekkür ederim.
(28/04/2018-Selimiye)