SELİMİYE BULUŞMASI

Çocuk yaşlarımızda karakterlerimizin oluşmasında büyük katkıları olan sevgili öğretmenlerimiz,

Sayın Ordu Kurmay Başkanı,

Yıllarca önce kapanmış bir askeri okulun ruhunu canlı tutmakta olan vefakar Selimiyeli komutanlarım, arkadaşlarım, kardeşlerim,

Saygıdeğer yadigarlarımız ve hanımefendiler,

Ben, 849 Hasan Peker Günal (Kocabaş Hasan). 1959 yılında 11 yaşında bir çocuk olarak askerliğe ilk adım attığım bu kışlada, 59 yıl sonra sizlere hitap etmenin hazzı içerisinde hepinizi saygı, sevgi ve muhabbetle selamlıyorum.

Çok heyecanlı olduğumu söylemeliyim. Zira, karşımdaki koltuklarda, sadece katılabilenleri değil, başta Okul Komutanımız Ferit Erdoğan olmak üzere, çoğu rahmete kavuşmuş komutan ve öğretmenlerimizi de gönül gözüyle görür gibiyim:

Kıvrımlı bir dudak gülüşüyle, sanki “gene ne muziplik peşindesin” der gibi oturuyor karşımda rahmetli Feriha Töreyen,

Attığı fırçaya sert bakışlarla karşılık verdiğim için beni boksa davet eden ve sayıca üstünlükle yetinmeyip nakavt arayan Doğan Haşhaş,

Aynı anda 10 kişiyi sözlüde dinleyebilen, ancak bu arada maç anlatımını fark edemeyen çakma tarihçi Top.Bnb. Enver Yener

Sık sık yinelediği “Divara yaslanma, divar yıkılır; sonra açıkta kalırsın” özlü sözünü ruhumuza işleyen İbrahim Beğen,

Kulak memelerimizin yassı, yumuşak ve uzun olmasında ve kafalarımızdaki fiskelerde pay sahibi olan Abdulkadir Yayla;

Hep yolunu gözlediğimiz Emel Beklerim, annemiz Muzaffer Aksel ve daha niceleri… Yaşama tutunanları saygı ve minnet, vefat edenleri rahmetle anıyorum.

Çok heyecanlıyım, çünkü, karşımdaki sıralarda oturan çocukluk arkadaşlarımın yan ısıra, oturduklarını hayallediğim katılamayan veya rahmetli sınıf arkadaşlarım da var:

Pek çok yönden zıt karakterlerde olmamıza rağmen, her seviyede askeri okul yaşantımız boyunca hiç ayrılmadığımız Ahmet Arpak (Kaz Ahmet);

Ceza olarak yüzlerce kez ‘mevera-ün-nehir’ yazmasına karşın gene de maravaraünnehirden vazgeçmeyen rahmetli İlker Ünveren (İdü);

“Hojam ben üj diyemiyorum üj diyom, bej diyemiyom bej diyom diye benimle dalga geçiyorlar” diyerek bizleri şikayet eden İsmail Çankaya (Üjbej İsmail);

Çorapları kokarcaları kıskandıran rahmetli Ziyaattin Akdeniz (Kıro),

Artist Yavuz, Süle-be-ya Durgut, İnce Memed, Komik Mustafa, Lazuşağı Hakkı, Tavukçu Tekin, Dilenci Veysel, Dilaveroğlu Temel ve daha niceleri… Hayatta olanları saygı, sevgi ve özlemle, vefat edenleri rahmetle anıyorum.

Ya bu çatı altında hayali cihan değer anılarımız:

Nöbetçi öğretmenden yemem gereken dayağı usta bir manevrayla kan kardeşim Volkan Kaplama’ya transfer edişimi ve onun anlaşılmaz (!) bir nedenle haftalarca bana darılışını,

Rüyasında paraşütle atladığını gören Vural Çelikel’in (Acayip Pilot), ranzanın üst katından atlayarak yüzüstü yere çakılışını,

Eşofmanla kahvaltıya geldiğimiz için, okula gizlice soktuğumuz Pakistanlı bir öğrenci dahil, Şarapçı Kani’den domalarak popolarımıza yediğimiz sopayı ve Pakistanlının kulak yırtan çığlıklarını;

Yasak olmasının dayanılmaz cazibesine kapılarak, binbir güçlükle çıktığımız Hareme bakan sağ kuleden inemeyerek mahzur kalışımızı, saatlerce aramalar sonucu bulunup kurtarıldıktan sonra, Doğunun en ani ve en hızlı kol çeken subayı rahmetli Muharrem Cantez’in makineli tüfek gibi işleyen o müşfik ellerine kendimizi bırakışımızı,

Bahçede misket oynarken, süvari binbaşı Hikmet’in “asker misket oynamaz” diyerek mahmuzlu çizmesiyle boynuma vuruşunu ve yeri yalayarak öpüşümü;

Cengiz Han’ın babasının adının da sorulduğu bir tarih dersi yazılısında, ısrarlı kopya talebinde bulunan Alaattin’in, Yesukey Bagatur” diye fısıldadığım ismi Yedeksubay Bahattin olarak yazmasını ve bu yüzden Enver Hoca’nın hışmına uğrayışını,

Ziyaret günlerinde aileleri gelen öğrencileri uzaktan imrenerek seyredişimizi ve ziyaretler sonrasında getirilen meyveleri ve çerezleri dolaplardan aşırışlarımızı;

Yemek borusunun çalmasıyla birlikte, topluca ve sıkışık bir düzende, zaman zaman ayaklarımızın bile yerden kesildiği yemekhaneye koşturuşlarımızı ve orada bizi bekleyen II’nci Dünya Savaşı artığı 20-25 yıllık etleri, peynirleri ve sütleri;

Keşfedebildiğimiz her delikten kaçarak maçlara ve sinemalara gidişlerimizi, ancak dönüşlerde genellikle yakalanıp öğretmenlerimiz ve/veya sınıf subaylarımız tarafından şefkatle okşanışlarımızı,

Paralarımıza çöken Karabela ve türevlerini, yanan soba üzerinde havlu üzerinde oturma yarışlarımızı, seyyar satıcılık yapan girişimci ruhlu arkadaşlarımızı, yollarda kadınların bizi okşayarak küçük asker diyerek sevişlerini, İsmail Arıcı’nın gök gürlemesi kahkahalarını, iflah olmaz muhalif Cumhur Utku’nun edebiyat çırpınışlarını, mini mini minnacık ikizlerimiz Yener-Şener Berkay kardeşlerin birbirlerinin yerine sınavlara girişlerini unutabilir miyiz?

Hele daha kayıt olduğum ilk gün, okul bir hafta sonra açılacağından isteyenlerin evlerine gidebileceğinin söylenmesi üzerine, başımda kep, sırtımda montgemer, ancak pantolonum ve ayakkabılarım sivil, yani altı kaval üstü Şişhane, ellerimde dağıtılmış olan her türlü giyim kuşam olduğu halde tramvaya binişimi, popomu yana devirip cebimi yukarı kaldırarak, özgüvenli, yüksek ve davudi bir sesle biletçiye “ellerim dolu, cebimden yeterli parayı al ve bir subay bileti ver” deyişimi, biletçinin ve tramvaydaki herkesin sevgi yüklü gülüşlerini, biletçinin “Subay olmak için yüzlerce fırın ekmek yiyeceksin. En iyisi ben sana bir öğrenci bileti vereyim” deyişini nasıl unutabilirim.

Evet, biletçinin dediği gibi, o yüzlerce fırın ekmeği yedik ve subay olduk. 30-40 yıl hizmetten sonra emekli de olduk. Yıllar sonra, askeri liseden mezuniyetimizin 40’ncı yılı kutlama etkinliğinin ilk basamağı olarak ziyaret ettiğimiz bu kışlada bize verilen brifingde Kışlanın tarihi anlatılırken, bir zamanlar askeri ortaokul olarak kullanıldığına dair tek kelimelik bilgi yer almamıştı. Brifing sonunda üzüntümü arkadaşlarıma ve sitemimi Ordu K.na iletmiştim. Bugün artık, Selimiye Kışlasının tarihçesinde hak ettiğimiz bir yer tutuyoruz. Başta sayın Ercan Erturan olmak üzere, bunu sağlayan eski ve yeni tüm yönetim kadrosuna şahsım ve Selimiyeliler adına şükranlarımı sunarım. Bu yerimizin perçinlenmesine katkıda bulunmak ve çocukluğumu birlikte yaşadığım arkadaşlarımı görmek ve okulumu koklamak için 8 kezdir İzmir’den gelerek Selimiye Buluşmalarına katılıyorum. Tamamına, yani 10’ncu kez İstanbul dışından gelerek katılanlar var. Burada binleri görmek isterdim; eminim sizler de öyle. Çünkü, (Şair Douglas Dunn’dan uyarlama) “biz Selimiyenin içindeydik, Selimiye bizim içimizde.” Gelecek yıl, yani kuruluşun 60’ncı yılı için bir seferberlik başlatalım ve hepimiz canla başla çalışarak bu katılımı doruklara çıkaralım. Ayrıca, Şimdi, sayıca her gün biraz daha azalan ve hafızaları giderek sıfırlanmakta olan bizlere düşen bir görev de, gecikmeksizin, anılarımızı -en azından Türk klasikleri içerisinde yer alabilecek, pedagojik dokunmalı ve hababam sınıfı kıvamında- kitaplaştırarak okulumuzu ölümsüzleştirmek ve gelecek kuşakların öğretmen ve öğrencilerine yararlı kılmak olmalıdır. Umarım sizler de bu görüşüme katılırsınız. Yönetimin bu konuda gecikmeksizin harekete geçmesinin uygun olacağını takdirlerine arz ediyorum.

Sayın ve sevgili Selimiyeliler, yönetimin nazik ricası doğrultusunda, bugün burada bir araya gelişimizin amacına bağlı kalarak, yaşamakta olduğumuz sıkıntılı siyasi ve sosyo-kültürel söylemlerden kaçındım; nostaljik vurgulu bir konuşma yapmaya çaba gösterdim. Ancak, eminim hepimizi derin üzüntülere boğan askeri hastanelerimizin ve özellikle askeri okullarımızın kapatılması konusunu dile getirmekten de kendimi alamıyorum.

1990 yılında ABD’de bir askeri ortaöğretim kurumunu ziyaret etmiştim. Varlığını rastlantısal olarak öğrendiğim ve öğrenci sayısı 50 kadar olan bu okulun müdürü, “Eyalet askerlik tarihine ve burada yetişen büyük komutanlara/devlet adamlarına saygı kaynaklı bir ordu geleneği”nin muhafazası amacıyla sembolik olarak bu okulun sürdürüldüğünü söylemişti.

Biz ise, binlerce yıllık askerlik tarihimize katkıda bulunan ve devletimize yön veren komutanları/devlet adamlarını yetiştiren, 170 yılı aşan bir tarihi derinlikten gelen askeri liselerimizin kapılarına kilit vuruyoruz. Bu konuda gerek askeri yetkililerin gerekse TESUD’un çabaları olduğuna dair bilgiler alıyoruz; görünen o ki çok yetersiz. TESUD ile devre dernekleri olarak bizlerin, bu konuda daha aktif olmamız ve özellikle güçlü bir kamuoyu yaratmak için çabalamamız gerekmiyor mu? Bu konularda, İstanbul'daki küçük bir grup dışında, umursamazlığımızı üzüntü ile izliyorum. Yalnızca okullarımızın açılması için değil, ülkemizin Ortaçağ karanlıklarına yuvarlanmasını engellemek için de, emekli olmuş olsak bile, yaş almış olsak bile,

Mustafa Kemalin askerleri olarak,

Atatürk’ün çağdaşlaşma ülküsünün yoldaşları olarak,

Ülkemizin,

çocuklarımızın,

torunlarımızın geleceği için,

görevimizin bitmediğini anımsatmak isterim.


Sürçü lisan ettim ise affola.

Teşekkür ederim.

(28/04/2018-Selimiye)