Ben; Sitenizde yer alan okul albümünün
sayfaları arasında, isim ve yaka numarası güç okunan 2.
sınıf, 7. kısım, 1482 numaralı, 1945 doğumlu, 3
yıl önce 60 yaşını devirmiş olan ve Ankara` da ikamet
eden öğrenci Hami GERÇEK.
Merhaba… “Yat Borusu” çalmadan bu sitede
buluşmamızı sağladınız, teşekkürler.
Kurmuş olduğunuz tarihi nitelikli bu
siteye girdiğimde ikinci mutluluk heyecanı ve şokunu
yaşadım, ellerinize sağlık. “İkinci mutluluk
şoku” dedim, birincisini kısaca anlatmak isterim. Ev adresime posta
ile gönderilen, üst köşesinde “İsmail Hakkı KOÇAR, Prof. Dr.
- GATA İç Hastalıkları ABD Başkanı” yazan iri
zarfın içinden çıkan ve “Sevgili Sınıf
Arkadaşım;” diye başlayan 28 Mayıs 2003 tarihli mektup ve
ekindeki dokümanı okuyup incelediğimde yaşamıştım
bu birinci şoku. Bu mektubun ekinde Selimiye Kışlası`na
gelmeden önce Erzincan Askeri Lisesi ortaokul birinci sınıfta
birlikte okuduğumuz arkadaşlarımın iki sayfaya dizilmiş
vesikalık fotoğrafları ve bulup ulaşabildiklerinin ev ve
iş adresleri vardı.
İsmail Hakkı KOÇAR Paşanın
organizasyonu ile GATA Vadi Restoran da, o tarihte 46 yıldır hiç
görmediğim ama unutamadığım 6 değerli sınıf
arkadaşım ve eşleri bir araya geldik. Saçlarımız
kırlaşmış, bazılarımızınki
dökülmüş, bir miktar göbeklenmişiz ama yüz, göz ve söz ifadelerimiz
hiç değişmemiş. Birbirimizi görür, görmez tanıdık. Ve
bir süre sonra mey`in ve mutluluğumuzun ser hoşluğu ile
attığımız çocukluk sloganlarımızı eşlerimizin
şefkatli gülücükleri eşliğinde tekrarladık durduk.
Orada gördüm ki, hiç birimiz içimizdeki o
üniformalı çocuğu yok etmemişiz, öldürmemişiz.
Birlikteliğimiz süresince de, hayatlarımızı
paylaştığımız eşlerimiz, yan yana oturmuş bu
yedi yaşlı, haşarı ve yaramaz çocuğa şefkatli
gülücükleri ve sevgi dolu bakışlarıyla eşlik etti,
izledi.
Bu satırları yazarken yine aynı
heyecan ve duygularla dolup, taşıyorum. Ben sizlerin arasından
1961 yılında ayrıldım ve sivil hayata geçtim.
Üniformayı üzeride taşıyan birçok arkadaşım sonraki
yıllarda mutlaka birlikte olmuştur, ama ben o yıldan sonra hiç
unutamadığım arkadaşlarımla bir defa olsun
karşılaşmamıştım. Kırk yılı
aşkın bir süreden sonra buluşabildiğim
arkadaşlarım; E. Gen. İsmail Hakkı KOÇAR, E. Gen. Osman
PAMUKOĞLU, E. Alb. Hayati AYHAN, E. Alb. Çetin KISA, E. Alb.
İsmet KIZARTICI, E. Alb. Erdinç SEZGİN, E. Alb. Naci TİN, Sivil
Ekrem ANAR dı. Şimdi de kurduğunuz bu sitede sizler ve
diğer arkadaşlarımla buluştum.
Bizim kuşak, Erzincan ve Kuleli`den gelen
SAO`nun ilk öğrencileriydi. Yukarıda saydığım
Sayın PAMUKOĞLU haricindeki arkadaşlarım hep birlikte
Erzincan Askeri Lisesi Orta Kısımdan geldik. Okul Bandomuz
kurulduğunda Boru Takımında borazan çaldım, Sümer ÖZAKINCI`
dan sonra da Boru Takımında tambur majörlük yaptım. O sıralarda
Fifre Takımı yeni kurulmuştu. Fifre Takımını da kuran
Abdullah Başçavuşumuzu herkes gibi ben de çok severdim. Yazın
bunaltıcı sıcaklarında tombul ve sevimli yüzünden akan
terleri iri mendiliyle kurulaması hala zihnimdedir. Merasim için
gittiğimiz yerlerde yitirdiğimiz eldiven, trampet sopası ve
hatta davul tokmağı gibi eşyalarımızın
yedeklerini pantolonunun cebinden dişlerini gıcırdatıp,
söylenerek çıkarıp bizlere uzatışını bu gün gibi
hatırlarım.
Bende, kurduğunuz bu güzel siteye
girebilecek bir miktar doküman var. Bunların arasında 44 yıl
hizmet verdiğim Türkiye Radyo ve Televizyon Kurumu` nun
hazırladığı “Selimiye Kışlası” Belgeselinden
tutun da, söz ve müziği Serdar ÖZTÜRK` e ait olan, altında “Bando
Şefi Abdullah Beye Takdim” notu ve imzası bulunan, Bando
Öğretmenimiz Kd. Bşçvş. Abdullah UYGUR` un bana verdiği ve
hala sakladığım fifre için yazılmış tek sesli do
majör marşın notasına, okulda, törenlerde çekilmiş
siyah-beyaz fotoğraflara kadar…
Takriben beş yıl önce Okul
Marşımızı dönemin Armoni Mızıkası
Komutanı Merhum Alb. Haluk ERTEN ile kurduğum iletişimle
armonize ve icra ettirerek kendi arşivlerine sokmak ve kopyasını
da çoğaltarak buluşacağım arkadaşlarıma
dağıtmak gibi bir planın gerçekleşmesine de ne yazık
ki zaman el vermedi. ERTEN Albay ile bu görüşmemizde güzel bir
rastlantı sonucu, Sitenizde ismini ve resimlerini de gördüğüm, o
zaman Kuşadası’nda ikamet ettiğini söyleyen E. Alb. Nejat
ÖZTEMİZEL ile bir telefon görüşmesi yapmıştık. Siteye
koyduğunuz fotoğraflar arasındaki Sayın ÖZTEMİZEL` in
elindeki asası ile fifre takımının önünde, törenler
sırasında çekilmiş karelere sevgi ve gururla saatlerce
baktım.
Bir sivil olarak, ilkokulu bitirip o çelimsiz
vücutlarımıza giydiğimiz dökümlü ve iğreti
üniformaların zaman içinde nasıl büyültülüp
yıldızlarının artırıldığını,
içindeki o çelimsiz çocuğun da nasıl ihtişamlı bir
yıldız haline geldiğini gururla gözledim. Yine bu sitede gördün
ki; sivil hayata geçmiş iğreti üniformalı o çelimsiz
çocukların bir bölümü de kendi alanlarını ve toplumu ışıldatan
birer yıldız olarak hayatlarını sürdürmekteler. Bizler geç
de olsa, “yat borusu” çalmadan bu sitede yine toplanmaya başladık ve
bu “içtima” ı siz sağladınız. Bu siteyi kurduğunuz
için başta size, emeği geçenlere ve canlı tutanlara tekrar,
tekrar teşekkür ediyorum. Süratle elimdeki tüm dokümanı
toparlayıp, tarattırıp size ulaştıracağım.
Bu yazıyı kaleme alırken ara
verip, telefonla TSK Armoni Mızıkası
Komutanlığını aradım. İsmini
yardımcısından öğrendiğim Komutan Alb. Halil
ÂŞIK` a toplantısı nedeniyle ulaşamadım. Gerekli notu
telefona çıkan Bando Bşçvş. Murat BİLİMLİER` e
bıraktım. Önümüzdeki günlerde Komutanla kurabileceğim
iletişim sonucu kaldığım yerden devamla bir süre sonra
Marşımızın armonize edilerek icra edilmiş
kopyasını da size ulaştırabileceğimi sanıyorum.
Kurmuş olduğunuz bu
anlamlı sitede anılarınızı okurken, yıllarca
belki de 50.
baskı olarak eşime ve
çocuklarıma anlattığım
Erzincan ve Selimiye hikâyelerimin Selimiye
bölümünü sanki satırlarınıza dökmüşsünüz gibi, arada onlara heyecanla seslenip okuyarak bir anlamda anlattıklarımı,
yaşadıklarımı teyit ettim.
Hangileri mi?
Salacak ve Moda plajları
hikâyelerini. Moda
plajında çıktığınız
o tramplene benim de karnı içerde,
göğsü dışarıda tırmanıp, sonra da korku içinde
yiğitliği pisletmemek için eğri-büğrü atlayınca,
şortumun kıçımdan nasıl çıktığını,
Salacak plajında deniz içindeki kayaya çarpıp kafamı nasıl
yardığımı, plajı
bölen o sağ taraftaki duvarın arkasına bakmak için ellerimi
attığımda emniyet için harcın içine gömdükleri cam kırıklarının
ellerimi nasıl kestiğini, kiralık
mayoları, aldığımız 187 kuruş maaşları birleştirerek satın
aldığımız kötü şarapları, tane hesabı
aldığımız sigaraları, bir defa daha anlattım ve
geriye sardığım filmi kendime oynatmaya başladım.
Salacak kıyılarına
kurdukları çiroz iskelelerinden kurutulmuş balıkları nasıl
aşırdığımızı… Küçük ahşap Salacak vapur
iskelesini… Sözünü ettiğiniz sinema inşaatının açık pencerelerinden kaçıp, yakalanmamak için ara
sokaklardan geçerek Karacaahmet
Mezarlığı içinden Üsküdar’a
sinemaya kapağı atışımızı… Bir defasında dönüşte,
o inşaat pencerelerinden okula girerken nasıl tuzağa düşürüldüğümüzü… Bir
türlü bulunamayan Kara Bela kâbusunu bizimle
Erzincan’dan gelen bir hınzırın yumurtladığı
söylentilerini … Selimiye camiinin
yakınındaki o hamamda kurna kapma, yıkanamadan dönme, aniden
kesilen sıcak suyu beklerken o çelimsiz vücutlarımızın
nasıl daha da
çelimsizleştiğini… Ali Baba ve
Haydar Muş`un kurna kavgasını… Kibrit
kutusunun içine diyot, kondansatör, direnç vs.
monte edip kulaklık bağlayarak anten olarak
kullandığımız çatı
oluklarının dibinden süre tutarak radyo yayınlarını ağzı
açık dinlememizi… O hurda pilleri… Bir fener yaparak, dehlizlerden Haydarpaşa
Lisesinin bahçesine açıldığı söylenen gizli yolu bulma planlarımızı… Neredeyse iki metrelik
pencerelerin içine oturup, çoğu zaman hüzünle
ailemi düşünerek dalgakıranı ve
ucundaki feneri boş gözlerle seyredişimi… Kimselere anlatamadığım o tenya
belasının bana da nasıl musallat olduğunu… Onlardan kurtulmak için gaz
yağını nasıl
içtiğimi… Sınıf subayımız olan ve “Gazap” lakaplı Bnb. Burhan
Berk`in, birbirinin yerine sınava girdikleri söylenen tek yumurta ikizleri Alper ile Sarper
kardeşleri nasıl hunharca dövdüğü hikâyesini… Erzincan`dan da
tanıdığımız ve bizim takımla Selimiye’ye gelen sivil öretmen
Emel Beklerim` e olan platonik
aşkımızı… Hafta sonu
izinleri için yatak ütüsüne soktuğumuz
pantolonları… Bir gün önceden
hazırladığımız harici elbiselerimizi giyerek vapurla
karşıya geçişimizi ve paralarımızı
birleştirip, önceden hesabımızı yapıp sonra
da yetecekse Beşiktaş’ta Pando
Ustanın dükkânında yağda
yumurta yiyerek çektiğimiz ziyafetleri… Bir
gün bilmeden girdiğimiz “Abanoz Sokak” ta
taş merdivenlerde oturan yarı çıplak genelev
kadınlarını gördüğümüzde nasıl şaşırdığımızı,
bir inzibat subayının bizi gülümseyerek oradan nasıl uzaklaştırdığını
… Daha neleri, neleri izledim
akıttığım o filmde.
“Yat Borusu Çalmadan” teknolojiyi
kullanarak böyle bir buluşmayı sağlamak, Selimiye Askeri
Ortaokulu ( SAO ) havasını teneffüs etmiş “Çekirdekten Yetişme Asker” lere
yakışırdı ve bunun
önderliğini siz yaptınız, bu kuşağı siz
buluşturuyorsunuz. “Yıldızlarımız”
sayfasına baktıkça arkadaşlarımla gurur duyuyorum. O
sayfaya fotoğraflarını koyduğunuz Osman PAMUKOĞLU ve
İsmail Hakkı KOÇAR paşalarla
çok sık olmasa da iletişim halindeyiz. Önceki e-mail de isimlerini
saydığım arkadaşlarımla da öyle… Bu aralar bir
yoğunluğum var. Rahatlar rahatlamaz bu
arkadaşlarımı arayacağım.
Hami GERÇEK - 2 Ocak 2009
Bu vesileyle yeni yılınızı da
en içten duygularımla kutlarım.
Hami GERÇEK