SÜNNET ÇOCUĞU |
1959 senesi… İstanbul Selimiye Askeri
Ortaokul öğrencisiydim. Okulumuzda bir flüt takımı kurulacağı söylentisi
çıkmıştı öğrenciler arasında. Müzikle aram iyi değildi. Daha doğrusu müzik
derslerinde nazari bilgileri öğrenmekten çok solfej yapmayı beceremiyordum.
Değerli Selimiyeli Arkadaşlarım. ****************** Yıl 1960. Okul Bandomuzu oluşturan Boru ve Trampet Takımının önüne, 1. sınıflardan seçerek şaşılası bir hızla yetiştirdikleri bir de Fifre Takımı eklediler. M. Kemal BORAN arkadaşımızın da isimlendirdiği gibi, askeri üniforma giydirilmiş “sünnet çocukları” görünümünde olan Fifre Takımı elemanı bu “bücürler”, İstanbul`da çok büyük sevgi ve hayranlık topladı ve de sükse yaptılar. Sadece Halk Konserleri değil, İstanbul Radyosu Stüdyolarında da marşlar çaldılar, ilkokullardaki törenlere davet edildiler, zamanın büyük gazete ve mecmualarında haber ve fotoğrafları dahi yayımlandı. O Yıllarda Selimiye Kışlasında Yedek subay olan ve terhis olduktan sonra da öğretmenlik görevini sürdüren, bu gün elele tutuştuğumuz Teğmen Serdar ÖZTÜRK, söz ve müziğini de kendisinin yaptığı “Selimiye Marşı” nı tek sesli olarak do majör üzerinden Fifre Takımına da uyarlamıştı. Takımın repertuarından hatırladıklarım; Selimiye Marşı, Çelik Gibi Kollu Türk`ün Askeri, Annem Beni Yetiştirdi ve bir de o zamanın marş temposunda söylenen güncel bir şarkısıydı. “Bücürler” in çoğu, ezberlerindeki arızasız melodilerin hemen hepsini abanoz tahtasından yapılmış yan üflemeli bu çalgı aleti ile rahatça çalıyorlardı. Ben 1959 yılında Erzincan`dan gelenlerdenim ve o tarihlerde 2. sınıf 7. kısımda okuyorum. Kaybımı da katarsanız fiziki görünüşümü kolayca tahmin edebilirsiniz. 1 yıl boru çaldığım Okul Bandosu Boru Takımının da tambur majörüyüm ve merasimlerde Okul Bandosunun en önünde tören kıyafetiyle son derece ciddi, çok dikkatli ve fiyakalı bir biçimde “asa” ile komutlar verip, marşlar çaldırarak, akrobatik hareketlerle koca Bandoyu ve hatta bazen Okulu yürütüyorum. Birdenbire bu “bücürler” den oluşturdukları Fifre Takımını getirip de benim önüme koydukları an dünyam başıma yıkıldı. Bu Fifre Takımından bir tek ben hoşnut değildim, sadece ben rahatsızdım. Benim dışımda herkes, bu “bücürler” in geldiğini görünce çılgına dönüyordu. Ben de bunları önümde yürüyor görünce çılgına dönüyordum. Kıskançlık bahanelerimizden “küçük adım atamıyoruz” itirazlarımızı kimse dinlemiyordu bile… Neyse, mizahı şimdilik burada noktalayalım… Gerçekten asırların yanında bir soluk alıp verme gibi kalan bu 4 yıllık zaman dilimi evresinden geçen çocuk askerlerin şerefli üniformaları, bu gün derileri gibi orgeneral rütbesiyle vücutlarını sarmalıyor. Emekli olanlar ise hâlâ aktif, hâlâ çalışıyorlar ve hâlâ üretiyorlar. Sivil hayata geçmiş, yani “Alaylı” olmuş Selimiyeliler işlerinde çok başarılı, önemli görevlerde harikalar yaratırcasına hizmet vermiş ve görev yapmış donanımlı Yurttaşlar olarak yaşamlarını sürdürüyorlar. 4 kulenin sarmaladığı tarihi kışlada bu evrede (1959–1963) her şey hızlı başladı ve hızlı bitti. Ama tarihin taş yapraklı silinmez sayfalarına da Okul, Öğretmenleri ve Öğrencileriyle kendi kısacık tarihini kazıdı ve notunu düştü. Bu gün internetten girdiğimiz bütün arama motorlarından Okulumuzun sesi yükseliyor. İşte bu sesin kaynakları o gün kucaklanan Fifreci Çocuğun, kıskanç tambur majör ağabeyin, başarılı tekstilcinin, parti kurup siyasette cengini sürdürenin, kalemiyle mücadeleye devam edenlerin, edebiyatçı, şair, sanatçı, gazeteci, bürokrat ve bilim adamı olanların, velhasıl sırtlarından o şerefli üniformayı çıkarıp, yüreklerinden yatak ütüsüne yatırdıkları üniformayı hâlâ çıkarmayanlarındır. Ordulara komuta edenler ve onların öğretmenlerinin sesidir. Takım halinde özel bir konsere uygun adım ve marşlar çalarak giden Selimiye Askeri Ortaokulu Fifre Takımının Üniformalı Elemanını sıradan çekip çıkararak kucağına alan ve kocasına da; “Serhat şu gözlere, şu kirpiklere bir bak…” diye şaşkınlığını biraz da hoyratça ifade eden hanım geliyor gözlerimin önüne… Acaba kolları arasında sevgi ile tutuğu ama elinde Fifresi ile tepinen ve ağlayan çocuğun, bir zaman sonra toprakları için savaşan kahraman bir Gaziye dönüşeceği hiç aklına gelir miydi? Gazi arkadaşımız Mehmet Kemal BORAN`ın anı yazısı beni nerelere götürdü, ellerine sağlık. Lütfen bu sayfalara acı tatlı bütün anılarımızı yazalım. “Söz uçar, yazı kalır…”. Bu anılar ayaküstü birbirimize anlattığımız anekdotlar olarak kalmamalı, En içten sevgi ve saygılarımla… Hami GERÇEK
|