ANAMDAN GELEN MEKTUP!
Yeni nesil, “mektup ya
da mektuplaşmayı” bilir mi acep!
Ben mektup yazmayı da
mektup beklemeyi de çok severdim…
Askeri Okulda okumak,
gurbette olmak…
Aile özlemi çekmek…
Elbette farklı bir duygu…
Askeri okulda olmanın
elbette birçok zorluğu var…
Okul arkadaşlığı,
askeri okul arkadaşlığı, kardeşlik gibi olsa da; aileden beklenen mektubun
hazzını verir mi ki!
Şimdi düşünüyorum da…
Hangi zamanı mı? Kimi
mi?
Evet; 47 yıl öncesini…
Ve Anamı?
Evet, en çok anamı
özlerdim…
Yıl 1963-1966, yer Erzincan…
Hani ozan demiş ya:
Önde zeytin ağaçları
arkasında yar…
Sene 1946, mevsim
sonbahar…
Neyleyim, neyleyim,
dalları neyleyim.
Yar yoluna dökülmedik
dilleri neyleyim…
Şimdi üçüncü Ordu
Karargâhı olan SARI KIŞLA bizim okul binamızdı…
Erzincan, Memleketime
(Elazığ) yakın olmasına karşın, yine de; SELİMİYE Askeri Orta Okulundan sonra,
Kuleli Askeri Lisesine kura sonucunu da olsa, gidememenin üzüntüsünü hep
yaşardım… Bu algı nerede ise tüm arkadaşlarımda vardı.
Ama askeri okulda;
Erzincan’da da olsa okumak; birçok arkadaşım gibi benim için de bir nimetti.
Severdim mektup
yazmayı, satır aralarına duygu eklemeyi de o zaman öğrenmiştim. Satır aralarına
yüklenmiş duyguyu çözmeyi de.
İzninizle;
mektuplarımda parça buçuk alıntılar yaptığım Bekir Sıtkı Erdoğan’ın KIŞLADA
BAHAR şiirini aşağıya tüm olarak yazıyorum…
Kara gözlüm, efkârlanma gül gayri,
İbibikler öter ötmez ordayım.
Mektubunda diyorsun ki gel gayri,
Sütler kaymak tutar tutmaz ordayım.
Ah çekerim resmine her bakışta,
Bir mahzunluk var o boyun büküşte.
Emin ol ki her sigara yakışta,
Sanki duman tüter tütmez ordayım.
Mor dağlara karargâhlar kurulur,
Eteğinde bölük bölük durulur,
On dakika istirahat verilir,
Tüfeğimi çatar çatmaz ordayım.
Dağlar taşlar, hasretlik derdinde,
Sabır sebat etmez, gönül yolunda,
Akşam olur tepelerin ardında,
Daha güneş batar batmaz ordayım.
Aramıza dağlar girmiş koskoca,
Meraklanma, gönlüm dağlardan yüce,
Bir gün değil, beş gün değil, her gece,
Yatağıma yatar yatmaz ordayım.
Bahar geldi, koyun kuzu koklaştı,
İki âşık kaç senedir bekleşti.
Karagözlüm düğün dernek yaklaştı.
Vatan borcu biter bitmez ordayım…
Geriye bakınca beni en
çok ne şaşırtıyor biliyor musunuz? Anama gönderdiğim mektubun yanıtının elime
geçeceği günü tahmin edebilmek…
Ana dediysem tabii ki
değil, mektubu babamın adına gönderirdim.
Mektup yazmayı
sevdiğimi söyledim ama bir oturuşta da yazamazdım… Birkaç denemeden sonra
mektubu bitirmiş olurdum…
Mektup biter,
zarflarım, Sınıf Başkanına veririm. Sanırım her gün mektup toplanmazdı… Haftada
iki gün sınıf başkanları Zafer EREN ya da Salih ORUÇ SOYCAN DURAN mektupları
toplar ve Sınıf subayına götürürdü.
Sınıf Subayımız
mektupları inceler… “OKUNMUŞTUR” damgasını basar, Sınıf Amirliğine teslim eder,
Sınıf amirliği de toplanan tüm Mektupları Okul Komutanlığı ilgili birimine
ulaştırır. Ve Okulca toplanan ve denetlenen mektuplar Posta haneye
gönderilirdi.
Mektuplar, tren
güzergâhında bulunan alıcılara trenle gönderilirdi.
Benimki de; Erzincan-
Çetinkaya- Malatya- Yolçatı- Uluova İstasyonu güzergâhını izlerdi…
Mektup adresim şöyle
idi: “Mevlüt Avcı- YOLÇATI-Diyarbakır Demir yolu üzerindeki ULUOVA İstasyonunda
görevli Veysi Çelik eliyle- Çulçapur Köyü’ne- ELAZIĞ.”
Veysi Amca, Uluova
istasyonunda “DEMİRBAŞ” dediğimiz demiryolu işçisi idi. Aklına geldikçe
İstasyonun ilgili birimine uğrar ve köyümüze mektup olup olmadığını sorarmış.
Gelen mektupları da alıp köye gittiğinde sahibine verirmiş.
Diyelim ki; Veysi amca
benim mektubu, aldı ve yorgun argın köye gitti. Aklına gelirse, anama rastlarsa
ya da anam sorarsa müjde diyerek mektubu verir. Anam mektubu sevinçle alır ve
okuyacak birisini ararmış. Sonra da her okuması yazması olana yeniden
okuturmuş.
En sonunda da babama
okuturmuş… Bir de benden haber bekleyenlere. Ya da anlatırmış; Ahmet şöyle, şöyle
yazmış diye…
Okuma faslı bittikten
sonra da yazdırma faslı başlarmış…
Anam önce yazacak
birini bulacak ve mektubu yazdıracak. Artık, kime ya da kimlere yazdırabilirse;
ekleyeceği başka da bir şey kalmamışsa… Zarf kapatılcak.
Sonra da anam, mektubu
postaya götürecek birini bulacak. Mektubu alan da Şehre ya da istasyona gittiği
zaman postaya atacak…
Ve mektubun geriye
doğru serüveni başlayacak…
Aynı güzergâhları
izleyen mektup, Erzincan’a gelecek, belli kontrollerden sonra da bana ulaşacak.
İster inanın ister
inanmayın; Bu süre 20 günü aşsa da elime geçiş tahminim ancak bir gün aksardı…
Ben de özlemle
beklediğim “o mektuptan”; başkasına yazdırılmış olsa da; anamın kokusunu, hiç
söz edilmese de sözlümün özlemlerini, köyümdeki iyi ve kötü haberleri de algılardım.
Bir süre sonra yeni
özlem ve yeni mektup serüveni başlardı…
Bu ulaşım ve iletişim
çağında; geriye doğru baktığımda; geçmişte mektuplaşmanın verdiği hazzı hiçbir
şeyde alamadığımı söyleyebilirim…
Bırakın mektubun gidiş
geliş süresini hesaplamayı, mektup bir olgu olarak iletişim işlevini çoktan
yitirdi… Yalnızca bizim gibilerin yaşamlarında hoş bir anı olarak kaldı…
Ahmet AVCI
İZMİR.
15 TEMMUZ 2010